2 demokrasiden çok korkarım: Diktatörlerin dilinden düşürmediği demokrasi ve ABD’nin getirdiği demokrasi… Bu girişin yazıyla pek bir alakası yok aslında ama olan bitenin anlaşılabilmesi için söylememde fayda var.
Yazıma başlarken, yine Sayın PERİNÇEK’le benzer argumanlar kullandığım için şimdiden herkesten özür diliyorum.
Pazartesi günü, Kuzey Irak’ta yapılan refarandum, %96’ı evet ile yani Barzani lehine sonuçlandı. Katılım oranının da %78’lerde olduğundan bahsediliyor. Sonucun ülkemiz üzerine olumlu ya da olumsuz etkilerini yorumlamak için henüz çok erken. O yüzden referandumun sonuçlarından ziyade daha farklı konulara değineceğim bu yazımda.
Bu süreçte; megri megrilerin, Barzani’ye verilen bayrak asma, diplomatik karşılama ve ağırlama vs gibi ödünlerin katkısı olup olmadığı konusunda takdiri size bırakıyorum, bir de bugünün tarihini yazıp, sonraki nesillere aktaracak kimselere…
Gelelim medyada olduğu gibi ilçemizde de bu referandumun meşrulaştırılması için ortaya atılan “self determinasyon” yani “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” ile biraz daha sol kesime hitap eden “ezilen halkların meşru milliyetçiliği” kavramlarına.
Liberal siyasetin argumanı olan “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”, kaynağını Fransız Devriminden alır. 1. Dünya Savaşı yıllarında ABD başkanı Wilson tarafından da sürekli dile getirilen self determinasyon; ulusların kendi siyasal durumlarını, sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda izleyecekleri yolu kendilerinin belirleyebilmesi anlamına gelmektedir. Bu haliyle bakıldığında, gerçekten de bu referandum meşru görünmektedir. Referandumun hangi şartlar altında yapıldığı, hukuken Irak Anayasasının buna cevaza verip vermediği vs meseleler görmezden gelindiğinde bu referandum meşrudur dahi denilebilir. Zira sağ siyaset sonuç odaklıdır.
Sol siyaset ise amaç odaklıdır. O yüzden meşruluk durumunu farklı irdelemek gerekecek. Sosyalizmin (daha özelde Marxismin) argumanı olan ezilen halkların milliyetçiliği, meşru görülen tek milliyetçiliktir. Zira ezilenler refleks olarak devrimcidir. Ezenler ise muhtemelen ulus sınıflandırmasına yol açan emperyalistlerdir. Dolayısıyla hem ulus sınıflandırmasına yani milliyetçiliğe kendileri sebep olmadıkları için hem de emperyalizme karşı mücadele amaçladığı için zorunluluktan öte gelen bu milliyetçilik meşrudur, olayın özeti bu. Gelelim ezilen halkların meşru milliyetçiliği kavramının referandumu meşrulaştırıp meşrulaştırmadığına. Evet, bu anlayışa göre bu referandum meşru değildir. Zira burada emperyalizme karşı bir mücadele yürütülmemektedir. Kobani’de “Where is US Air Force?” (ABD Hava Kuvvetleri nerede?) diye haykıran, minnetini “Biji Serok OBAMA” (Yaşasın Başkan OBAMA) solganlarıyla dile getiren, Emperyalizmin beşiğinden medet uman ve onlar tarafından silahlandırılan bir anlayışın emperyazlime karşı savaş yürüttüğü nasıl söylenebilir? Yine, 1 değil, 2 değil, 3 değil, kendi iddiasıyla 4 ülkede ezildiğini iddia eden bir hareketin; ezildiği için mi milliyetçi olduğu yoksa milliyetçi olduğu için mi ezildiği hususuna kim net bir cevap verebilir?
Özetle referandumun meşruluğu nerden baktığınıza yani ideolojinize göre şekilleniyor.
Gerçi referandumu bilimsel temele oturtmaya çalışanlar sadece referandumu destekleyenler. Yani bu argümanları evirip çevirip, yeri geldiğinde suistimal edip kullananalar, kendilerince referandumun meşru olduğunu ispata uğraşanlar. Referandumu istemeyenlerin ise gerekçelerini bu argümanlar üzerinden yürütmediğini görüyoruz. Mesela Devlet BAHÇELİ. Kendisinin tepkisini anlamak gerçekten mümkün değil. Bölgesel Kürt Yönetimi, Irak Merkez Yönetimine sadece şeklen bağlı. Fiiliyatta ise zaten kendi başına hareket eden bir devletmiş gibi hareket ediyor. Yani bu referandumla, BAHÇELİ’nin Türkiye’deki Başkanlık Sistemi tartışmalarındaki deyimiyle “fiili durum anayasal hale” getiriliyor. Şimdi niye bozuluyor anlamıyorum cidden 🙂
İstemeyen güruh, kendince çok haklı ve geçerli sebepler de ileri sürüyorlar. Misal kurulacak bu devletin ABD’nin Ortadoğudaki üssü olacağı ve götürülecek demokrasilere hizmet edeceği, buradan yayılan milliyetçiliğin ülkemiz başta olmak üzere, Suriye ve İran’da bölünmelere yol açabileceği, yine bu ülkelerde kısa vadede iç savaşların yaşanabileceği, bölgedeki Türkmenlerin maruz kaldıkları ırkçılığın artabileceği vs gibi akla yatkın gerekçeler mevcut. Bu konudaki korkuların haklılığını zaman gösterecek tabi. He o zaman iş işten geçmiş olur mu derseniz, muhtemelen öyle de olmuş olacak.
Hakkımızda hayırlısı olması dileklerimle…
*Başlık, İngiltere’nin (Birleşik Krallığın) Avrupa Birliğinden ayrılıp ayrılmamasına ilişkin yapılan “Brexit”ten ilham alınmıştır.