Adalet öyle bir duygudur ki, seni bir parça et ve kemik yığınından daha değerli kılar. Sanıyorum ileride bu vahim eylemi bu sözlerle hatırlayacağım.
Semih’le Nuriye’yi biliyorsunuzdur. Haksız yere öğretmenlik görevlerinden ihraç edildiklerini düşündükleri için bedenlerini açlığa yatıran, yemek yememek dışında başka hiç bir eylemde (hoş bir şeyi yapmamak eylem sayılmaz da) bulunmadıkları halde “…tutuklanmamaları halinde adaletin işleyişine zarar verecekleri…” gibi dünya hukuk literatürünün henüz hiç görmediği bir gerekçeyle tutuklanan genç eğitimciler…
Bakın adalet çok ilginç bir duygudur. Öyle ki, kıytırık bir futbol maçında hakemin çaldığı haksız bir penaltıya bile milonlarca insan isyan eder, kendini tutamaz küfür eder, bazen sinirden sahaya iner vs. Bu insanların neden aç kaldıklarını hala anlamayanınız var mı?
Ahmet HAKAN’ın şu sözü hiç aklımdan gitmiyor: “…ölerek hak aramaya çalışmak, ancak ölüm karşısında titreyen vicdanların bulunduğu memleketlerde söz konusu olabilir…” Gel gelelim burası İskandinavya değil. Halkımız falsefe yapan Grekler yada İyonyalılardan da oluşmuyor. Zaten tüp gazın sızdırıp sızdırmadığının çakmakla kontrol edildiği bir ülkede insan hayatı ne kadar değerli olabilir ki? Kaldı ki, mehter eşliğinde adeta zikir yapılan belirli kanallar dışında TV izlemeyenlerin bu eylemden bile haberleri yoktur. Haberi olanlar ise terörist muamelesi yapıp geçip gidiyorlardır.
Tarihi bilmem ama hukuk bu günleri ve bu olayı nasıl yazacak çok iyi biliyorum. Delil karartılmasın, tanıklar üzerinde baskı oluşturulmasın, yurtdışına kaçılmasın diye var olan tutuklama tedbirinin; “…tutuklanmamaları halinde adaletin işleyişine zarar verecekleri…” gibi hala idrak etmekte sıkıntı yaşadığım bir gerekçeyle nasıl cezaya dönüştürüldüğü anlatılacak hukuk fakültelerinde. İdari işlemle yapılması gereken ve bu sayede yargı denetimi mümkün olan ihraçların, sırf yargı denetiminden kaçırılması amacıyla OHAL KHK’larıyla nasıl yapıldığını anlatacaklar genç hukukçulara. Sırf yine yargısal denetimden kaçınmak adına sadece OHAL süresince geçerli olan OHAL KHK’larıyla bir ömür boyu sürecek ihraçlar, dernek-vakıf kapatmalar, gazete-TV kapatmaların nasıl yapıldığını yazacak hukuk kitapları.
Aynı kitaplar yargıyı da yazacak. Kanunun açık hükmüne rağmen mühürsüz oyları geçerli sayan YSK’yı, aslında OHAL KHK’sı niteliği bulunmayan ama iktidarca OHAL KHK’sı olarak adlandırılan idari işlemleri sırf denetlememek için “OHAL KHK’sıdır bu denetleyemeyiz” diyen yüksek mahkemeleri, tutuklamazsa tutuklanacağını ya da en iyi ihtimalle ihraç edileceğini düşünen, vicdanı ile istikbali arasına sıkışmış sulh ceza hakimliklerini, tutukluluk için hiç bir sebep ve tek bir delil bile yokken, ilk tahliye kararını vermekten çekinip diğer mahkemeleri bekleyen Ağır Ceza Mahkemelerini yazacak hep.
Bugün 139 gün… Ve ne yazık ki onların, gencecik eğitimcilerin, bırakın bütün bunları görebilecek ömrü, yaşayacak çok fazla vakitleri dahi kalmadı…