16 Temmuz 2015 – Suriye – Türkiye – Önleyici Meşru Müdafaa (2)

Dün Suriyede kurulması gereken muhtemel tampon bölgenin ülke hukuku açısından mümkün olup olmadığını, nasıl mümkün olacağını, nelerin yanlış yapıldığını, aslında nasıl yapılmaları gerektiğini elimden geldiğince, bilgim yettiğince izaha çalıştım. Oldu da bir şekilde mutabakat sağlandı ve tampon bölge için gerekli bütün şartlar uygun hale getirildi diyelim. Uluslararası hukukta bizi ne gibi engeller, kolaylıklar bekliyor? İşte bugün, dün söz verdiğim üzere bu konunun uluslararası meşruluğunu diplomatik terimler üzerinden izaha çalışacağım.

Öncelikle bugüne kadar ABD’nin demokrasi götürme(!) harekatlarının en büyük meşrulaştırıcısı olan ve uluslararası hukuka yeni kazandırılmış bir doktrinden, Önleyici Meşru Müdafaadan (Anticipatory Self Defence), sonrasında ise bu diplomatik terimin Suriye – Türkiye ilişkisi üzerine uygulanabilirliğinden bahsetmek gerekiyor.

Meşru müdafaayı hepimiz biliyoruz. Basitçe açıklamak gerekirse; kendimize yapılan bir saldırından kurtulmak için saldırgana karşı güç kullanmak. Örnek verecek olursak; bıçakla üzerimize saldıran bir kişiyi etkisiz hale getirmek için yaralamak. Bu durumda (tabi kullanılan gücün ve etkisinin orantılı olması şartıyla) herhangi bir cezai yaptırıma maruz kalınamayacağını hepimiz halihazırda biliyoruz. Önleyici meşru müdafaa ise; ülkelerin kendilerine karşı, “henüz gerçekleşmemiş” ama gerçekleşmesi muhtemel (kime göre muhtemel, neye göre muhtemel?) bir saldırıyı defetmek için güç kullanması anlamına geliyor. Yani zaman zaman bizim de PKK’nın Irak’ın dağlık arazilerdeki kamplarını bombalamamızı da meşrulaştırması örneğindeki gibi bir ülkenin diğeri ülke üzerinde güç kullanmasının 2 meşru yolundan ilki.

Birleşmiş Milletler Şartının 51. maddesinde düzenlenen bu öğretinin diğer bir adı da Bush doktrini. Nede olsa kendisi için “baba mesleği” sayılan dış ülkelere müdahaleyi nasıl olur da meşrulaştırırım düşüncesiyle ortaya çıkmış olan bu öğreti herşeye rağmen kendi içerisinde tutarlı gibi görünmekte. Ayrıca ülkelerin bu hakkını kullanabilmesi için herhangi bir ülkeden yada uluslararası kuruluştan izin almasına da gerek yok. Yani AKP hükümeti için dikilmiş kaftan.

Gelelim önleyici meşru müdafaa ile tampon bölge arasındaki bağlantıya. Her ne kadar henüz karşı karşıya gelmemiş olsalar da IŞİD ile askerlerimizin karşı karşıya gelme ihtimali mevcut. Fakat sınırlarımız içerisinde kalırsak bu ihtimalin oldukça zayıf olduğu ortada. Yani dokunmazsak büyük ihtimalle dokunmayacaklar. Dokunmayacakları için henüz gerçekleşmemiş bir saldırıdan kendimizi savunmak için güç kullanma hakkımız olmayacak. Zaten siyasilerin de belirttiği üzere, tampon bölge tamamen barışçıl nitelikte olacak ve gerekmedikçe silah kullanmayacak. Yani halihazırda güç kullanmayacağımız da açık. Sonuç olarak; önleyici meşru müdafaanın şu an siyasilerin, diplomatların ve hukukçuların tartıştığının aksine tampon bölgeyi uluslararası platformlarda meşrulaştırması mümkün değil.

1. meşru seçenek ise, Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyinin; Türkiyenin de imzasının bulunduğu Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca; öncelikle sorunu barışçıl yollarla çözmeye çalışmalı, blaka bir BM üyesi olan Suriyenin sınırlarını ihlal etmemelidir. Çünkü şartın daha 2. maddesi kuvvet kullanmaktan kaçınmayı üye ülkeler için zorunlu tuttuğu gibi uyuşmazlıkların çözümü noktasında izlenecek usullerin anlatıldığı 33-38 maddeler de bu yönde telkinde bulunmuştur.

Sorunların barışçıl yollarla çözülememesi halinde ne olacaktır? Bu durumu da şartın 40-51. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Buna göre; oluşturulacak sınır ötesi bir tampon bölge için Güvenlik Konseyinden karar alınması gerekmektedir. Güvenlik Konseyinin veto hakkı bulunan 5 daimi üyesinden 2’sinin Rusya ve Çin olduğu düşünülürse; müttefikleri Suriyenin sınırının ihlaline sıcak bekmayacakları dolayısıyla böyle bir izni Türkiyeye vermeyecekleri açıktır.

Herşeye rağmen Türkiyenin tampon böle kurması halinde; ülkenin uluslararası diplomaside ağır yaptırımlara maruz kalacağı ortadadır. Bu sebeple bu kararı verecek olanların sonuçlarını iyi irdelemeleri, ufak kazançlar uğruna büyük risklere girmemeleri gerekmektedir. Umuyorum siyasi kimliğe sahip olmayan diplomatlarımız ve ordumuz da bu durumun farkındadır.