Bu hafta gündem sakin. Tam da bir süredir kaleme almak istediğim fakat gündem yoğunluğundan ötürü bir türlü fırsat bulamadığım bu konuyu kaleme almak için uygun bir zaman.
Nürnberg Mahkemeleri, Uluslararası Ceza hukukun başlangıcı kabul edilebilir. Bu mahkeme, 2. Dünya Savaşının galip devletleri olan ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa’nın ortak kararı ile ve yine bu ülkelerin gönderdikleri yargıçlarla kurulmuştur. Mahkemenin uyguladığı hukuk, kuranlar ve yargılayanlar nedeniyle her ne kadar “kazananların hukuku” olarak eleştirilse de yapılan savunmalar ve verilen ölüm cezalarının gerekçeleriyle dünya hukuk litaretürüne önemli katkılar sağlamıştır. Dava 218 gün sürmüş, 360 tanık dinlenmiş ve 1000’den fazla personel ile yürütülmüştür. Bu mahkemede 2. Dünya Savaşından sorumlu tutulan üst düzey Alman bürokrat ve askerler yargılanmışlardır.
Yargılamalarda en dikkat çeken savunmalar; Almanların o dönemin kanunlarını uyguladıkları ve kendilerine verilen emirlere itaat etmek zorunda oldukları, aksi takdirde rejim tarafından öldürülebilecekleri şeklindeki savunmalardı. Yargılanan Almanlar, diğer ülkelerdeki bürokratların yaptığı gibi sadece mevcut kanunları uyguladıklarını ve verilen talimatları yerlerine getirdiklerini; bunlara uymamaları halinde rejim tarafından kötü muamele göreceklerini hatta öldürülebileceklerini belirtmişlerdir. Bu savunmalar ise çok daha makul gerekçelerle mahkemece gözardı edilmiştir.
Mahmeke doktrinsel olarak, yazılı hukuk kurallarının yani kanunların üzerinde ve bütün insanlık tarafından geçerli kabul edilen ve yazılı olmayan hukuk kurallarının varlığına işaret etmiştir. (Tabii Hukuk Doktrini) Misal masum sivillerin öldürülmemesinin ve/veya insanların yakılarak öldürülmemesinin herhangi bir kanunda ya da sözleşmede yazmasına gerek olmadığını, bu kuralların zaten insanlığın vicdanen kabul ettiği kurallar olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca bunların, bütün insanlığın sessiz sedasız hemfikir oldukları kurallar olduğundan hareketle en üst norm olarak kabul edilmesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Yani bu yazılı olmayan kurallarla bağdaşmayan başka kuralların, yazılı bile olsa geçersiz olması gerektiği fikri ortaya atılmıştır. Dolayısıyla yargılanan Almanların “biz kanunu uyguladık” savunmaları bu sayede çökmüştür. Zira uygulamak durumunda oldukları kurallar ve talimatların büyük kısmı hali hazırda Tabii Hukuk Kurallarına aykırı yani “kendiliğinden” geçersizdi.
“Yapmasaydık öldürülebilirdik” savunması ise, verilen talimatları yerine getirmeyip yurtdışına kaçan bazı Alman üst düzey kimseler örnek gösterilerek bastırılmıştı.
Özetle vurgulamak istediğim şey şu: “Ben kanunları, bana verilen emirleri uyguluyordum. Uygulamasaydım başıma kötü şeyler gelebilirdi” daha önce denenmiş ve tutmamış bir savunma daha doğrusu bahanedir. Hele hele “Ben kanunları, bana verilen emirleri uyguluyordum. Uygulamasaydım işimden (veya rantımdan) olabilirdim” kesinlikle ve kesinlikle utanılması gereken bir söylemdir. Kimse zalime maşa olmak zorunda değildir. Hatta Gezi Olaylarının dilimize kazandırdığı güzel deyişlerden olan “Simit sat, onurlu yaşa” işte tam da bu durumu özetlemektedir. Şimdi herkes susmuş/susturulmuş olsa da tarih her zaman ki gibi bunları kayda almaktadır. Aslında ibreti alem için Nürnberg mahkemelerine gitmeye bile gerek yok. Zamanın “zırhlı savcılarının” şimdi ne durumda olduğu ortadadır.
Tabii hukuktan, vicdan ve hakkaniyetten ayrılmamak dileklerimle…