Mayıs 2013, Brüksel/Avrupa… Avrupa Parlementosu Sosyalist Grup toplantısında CHP lideri Kılıçdaroğlu dönemin başbakanı Erdoğan’ı Suriye’nin seçilmiş lideri Esad’a benzetmiş, bunun üzerine Avrupa Parlementosu Sosyalis Grup Başkanı salonu terketmiş, yaptığı açıklamada Esad’ın bir diktatör olduğunu, Erdoğan’ın onla kıyaslanmasının ilkelerine ters olduğunu belirtmişti. Daha önceden planlanan Kılıçdaroğlu ile ilgili görüşmesini de bu gerekçeyle iptal etmişti. Sonuç olarak Kılıçdaroğlu, ülkeye elleri boş bir şekilde dönmüştü.
Dönemin AKP’lileri ise şu açıklamalarda bulunmuştu:
- Dönemin AB Bakanı ve baş müzakereci Egemen BAĞIŞ, “Kemal Beyi her gidişinde Brüksel havası çarpıyor. Bu sefer de hava sert esmiş olacak ki iyice şirazeden çıkmış.” Nasıl makara ama?
- Dönemin başbakan yardımcısı Bekir BOZDAĞ, “Kapıya kadar gidiyor sayın Kılıçdaroğlu, kabul edilmeyince geri dönüyor ama Türkiye’ye iner inmez ‘ben iptal ettim’ diyor. Ya bari bu kadar Avrupa’nın gözünde de bizi rezil edecek yalanı hem de o insanla yaşadıkların ortadayken söyleme.”
- Dönemin parti sözcüsü Hüseyin ÇELİK, “Evde kalmış kızlar gibi, ‘beni ne doktorlar ne mühendsiler istedi, ama ben gitmedim’ sözleri olur ya onlar gibi ‘Ben gitmedim’ diyorlar şimdi.”
Bütün bu sözleri son 1 haftadır yaşanan Hollanda-AKP restleşmesine “oh olsun” demek için değil, “Türkiye’nin onuru ayaklar altına alınıyor, aksini düşünen vatan hayinidir!” diye yırtınan ikiyüzlü yandaş kalemler, yorumcular için hatırlatma gereği duydum. O zaman Türkiyenin ana-muhalefet partisine yapılan saygısızlık Türkiye’ye yapılmış sayılmıyor muydu yoksa? Ya da o günden bugüne ne değişti?
Bakın, yukarıda Hollanda-Türkiye restleşmesi değil, Hollanda-AKP restleşmesi dedim dikkat ederseniz. Sayın bakan ve Türk heyeti orada “devlet görevinde” bulunmalarından ötürü değil, bir partinin mensubu olarak ve propaganda amacıyla bulunduklarından ötürü bu şekilde bir tavırla karşılaştılar. Bunu Nazi bombardımanına maruz kalmış Rotterdam’ın “müslüman” belediye başkanı söylüyor gerçi de benim kaynağım kendisi değil. Bizzat oraya propaganda amaçlı gidildiğini ikrar eden Bakan Mevlüt ÇAVUŞOĞLU; “Biz bu referandumda da yurt dışı Seçim Koordinasyon Merkezi’mizin (SKM) değişik bakan arkadaşlarımızla yaptığı program çerçevesinde bazı ülkelerde gidip oradaki Türk vatandaşlarımıza referandumunun ne olduğunu anlatıyoruz.” ifadesiyle bu durumu ortaya koymuştur. (SKM bir devlet organı değil, AKP parti organıdır.)
Gelelim bu yasağın ve yaşananların hem uluslararası hukuk ve diplomitik kurallara hem de iç hukuk kurallarımıza uygun olup olmadığına. Hukukumuzda bu mesele, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 94/A maddesinin 5. fıkrasında “Yurtdışında ve Yurtdışı temsilciliklerde seçim propagandası yapılamaz.” metniyle yer almıştır. Söz konusu hüküm son derece açık, Yorumlamaya bile gerek duymuyorum. Bu hükme ek olarak, 16 Nisan Referandumana ilişkin Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından 15/02/2017 tarihinde Resmi Gaetede yayımlanarak yürürlüğe giren 109 sayılı YSK kararının B maddesinde “Yurdışında ve gümrük kapılarında kapalı yerlerde propaganda yapılamayacağı”, D maddesinde “Yurtdışında yayımlanan yazılı basında ilan ve reklam yoluyla yazılı vey görüntülü propaganda yapılamayacağı”, E maddesinde “Yurtdışında ve gümrük kapılarında hoparlörle (apörlö/hoparlar?) propaganda yapılamayacağı”, J maddesinde “Yurtdışında ve gümrük kapılarında her türlü propagandanın yasak olduğu” hükümleri yer almaktadır. Bu hükümler de gayet açık ve anlaşılabilirdir. Dolayısıyla görüldüğü üzere, Türk heyeti hukuksuz olarak gerçekleştirmek istedikleri bir eylemin gerçekleşmemesinin mağduriyetini yaşamaktalar. Oysa zaten hukuken bu eylemin gerçekleşmesi mümkün değil.
Gelelin şimdilerde AKP’liler tarafından “Ne yani orada vatandaşlarımız yaşamıyor mu, referandumun içeriğinden haberdar olmadan mı oy kullansınlar” diyen demohrat (demokrat?) kimselere. Kardeş bu yasaklar 22 Mart 2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 13 Mart 2008 tarihli ve 5749 sayılı kanun ile yürülüğe girdi. O dönemde de iktidarda Vatan Partisi tek başına iktidardı zaten. Neden kondu neden uyulmuyor bir sor kendine önce bakalım. Aman devrelerin yanmasın, dikkat et.
Uzattım biliyorum ama gelelim Uluslararası hukukta durumun ne olduğuna. Avrupa’nın temel hak ve özgürlüklere ilişkin en temel ve önemli kanun metni olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 16. maddesi açık açık yabancıların siyasi etkinliklerinin kısıtlanabilmesini olanaklı hale getirmekte. Dolayısıyla Hollanda ve Almanya’nın uyguladığı bu yasaklar, hukuken meşrudur, bu ülkelerin herhangi bir yaptırıma tabi tutulmalarına sebep olmaz. Dolayısıyla, ısrarla propaganda yapmaya çalışan bakanlarımız, aslında bir ülkenin belirlemiş olduğu yasaklara riayet etmemek suretiyle o ülkenin iç işlerine karışmaktalar. Aslında mağdur olan Hollanda anlayacağınız.
Peki neden bu kadar hukuksuzluk içerisine girilerek ülkenin diplomatik saygınlığı yıpratılıyor diye sararsanız tek cümlelik bir cevabım var; mağduriyet prim yaratır.
Ekonomi Bakanı Nihat ZEYBEKÇİ ise bu olaylar üzerine pazar günü yaptığı bir açıklamada “Hollanda’ya ekonomik bir yaptırım olmayacağını” ifade etti. Acaba olmayacak mı olamayacak mı, tam emin olamadım, bilemiyorum. Sanıyorum kınamak, mitinglerde halka şikayet etmek ve muhtarlara anlatmak yeterli bir yaptırım olacaktır.
Peki ya oy kullanmaya ehil kabul edilen, Hollanda’yı kınamak adına portakal bıçaklayan (pıçaklıyan?) vatandaşları ne yapacağız? Yarın öbürgün Rusya bayrağı ile Hollanda bayrağını karıştırarak yanlış bir eyleme baş vururlarsa ne olacak?
Bütün bu “Avrupa Güçlü Türkiye’yi, dirilen Osmanlı’yı istemiyor” propagandası arkasında şu olay sessiz sedasız gerçekleşti: Mecliste kurulan Darbeyi Araştırma Komisyonu Başkanı AKP milletvekili Reşat İPEK’in açıklamasına göre komisyon, FETÖ’nün siyasi ayağını tespit edememiş. Ne ilginç değil mi? Koskoca vekiller tespit edememişlerse bize de * yemek düşer.
Sonuç olarak bütün bu yaşanan skandallar, dünya kamuoyunda, parti kimliğinden sıyrılamayan ama devlet adamı sıfatıyla hareket etmek isteyen bakanlarımızın suçu olarak kabul edilecektir ne yazık ki… Bunun da ülkenin diplomatik saygınlığına etkisini varın sizin düşünün.
Başlığa gelince, latince olan bu diplomatik terim “istenmeyen adam” anlamına geliyor. Neden bu başlığı attım bilemiyorum gerçekten. Başka bir başlık bulamadığımdan, bununla idare ediniz. Hayırlısı…