11 Mayıs 2016 – Pelikan Darbesi

Namı diğer “Saray Darbesi” Kemal KILIÇDAROĞLU’nun söylemiyle. Pelikan Darbesi de sosyal medyada verilen isim, yine benim adlandırmam değil. Darbe söylemi biraz ağır gelebilir velakin Türk Dil Kurumu darbeyi; “Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi” olarak tanımlıyor. Tıpkı Saraydaki görüşmeden saatler sonra gerçekleşen basın açıklaması ve “benim tercihim değildi” ikrarıyla olduğu gibi.

Seneler önce henüz çocukken şimdilerde post-modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat Kararları, tanık olduğum ilk demokratik hayata müdahale olmuştu. Etrafımda o zamanlar anlamlandıramadığım bir telaş, hararetli tartışmalar neticesinde “herşeye rağmen iyi bir şey olmadığını” çıkardığım müdahalenin bir benzeri de 2007 yılında “e-muhtıra” ile gerçekleşmişti. Söz konusu uyarı metni, 2011 yılında Genelkurmay Başkanlığının sitesinden kaldırıldığına göre asker tarafından da muhtıra olarak kabul edilmiş olabilirdi, bilemiyorum. Fakat herhangi bir hükümet değişikliğine sebep olmadığı gibi, sömürülecek yeni bir mağduriyet yarattı diyebilirim.

Gelelim hayatımda karşılaştığım 3. darbe olan Pelikan Darbesi’ne. Geçtiğimiz hafta hepimizin gözleri önünde gerçekleşen ve mevcut başbakanın, başkanlıktan ve iktidar partisinin başkanlığından “kendi tercihi olmaksızın” istifa etmesiyle sonuçlanan bu sürecin, herhangi bir zorbalığa gerek duyulmadan mevcut hükümeti istifa ettirmek suretiyle Türk Dil Kurumunun darbe tanımına birebir uyduğu aşikar.

22 Mayıstaki olağanüstü kongrede yeni genel başkan ve başbakan kim olur bilemem ama gelen başbakanın “düşük profilli” olacağı bizzat iktidar partisine mensup isimlerce zikredildi. Yani adı geçen adaylar düşük profilli olma hususunda birbirleriyle yarışacaklar. Ne kadar da utanılası değil mi? Düşük profilli olan kazansın diyelim…

Gelelim can alıcı soruya; erken seçim olur mu? Hukuken, iktidar partisinin meclis çoğunluğuyla yada doğrudan Cumhurbaşkanının yetkisi ile erken seçim gerçekleşmesi mümkün. Fakat ben erken seçim yerine başkanlık sistemini içerir bir Anayasa referandumu öngörmekteyim. İktidarın başına kim gelirse gelsin, mevkiinin de etkisiyle düşük profilden uzaklaşacağı ve başına buyruk hareket edeceği DAVUTOĞLU örneğinde görülmüştür. Bu sebeple yürütmedeki çift başlılığın kaldırılması en makul çözümdür. MHP’nin veya MHP’li bazı vekillerin desteğiyle gerçekleşeceğini düşündüğüm referanduma halkın nasıl bir tepki vereceğini bilemiyoruz tabi. Ama şunu söyleyebilirim ki gerçekleşme ihtimali hiç bu kadar olası olmamıştı.

Nihayetinde ülkede “fiili bir yarı-başkanlık” sistemine geçildiğini yani fiilen rejimin değiştiğini, başbakanlığın her işlemini Cumhurbaşkanının onayı ve rızasını alarak yapmak zorunda olan simgesel bir konuma itildiğini, başbakanın kim olarsa olsun Cumhurbaşkanının istediği kişi olacağını öğrenmiş olduk. Asıl merak ettiğim, tarih bugünleri nasıl yazacak?