03 Mayıs 2017 – Kral Çıplak

Hikayeyi biliyorsunuzdur. Bilmeyenler için yeniden anlatayım. Zamanın birinde bir ülkede forsuna düşkün bir kral, başka bir ülkenin kralını misafir etmek için hazırlıklara başlar. Davet günü giyeceği kıyafetin de eşsiz olmasını ister. Ülkedeki bütün hünerli terzileri çağırır ve kendisine nasıl bir elbise dikeceklerini sorar. Torpilin 1000’i 1 para ya, kral duymak istediğini söyleyen bir terziye aylık bağlar. Terzi ona; üzerinde kendi resimlerinin bulunduğu… pardon hikayeleri karıştırdım bugüne kadar dikilmemiş eşsiz bir kıyafet dikeceğini söylemiştir.

Kral, bir gün elbisesinin son halini merak edip terzinin odasına baskın verir. Bir bakar ki, terzi çıplak bir mankenin etrafında koşuşturuyor ama ortada elbiseden eser yok. Kükrer bizim kral, “nerde bu elbise” diye. Terzi de onlarca aleyhe emsal yerel ve ulusal mahkeme ile AİHM kararına rağmen hemen cevabını verir; “bu elbiseyi sadece akıllılar görür” diye. Kral bozuntuya vermez, aslında olmadığını bildiği halde olmayan elbiseyi görmüş gibi yapar hatta beğenir.

Nihayet beklenen gün gelir, terzi kralı çırıl çıplak soyar ve olmayan elbiseyi giydirir. Ve mutlu son: kral halkın arasına iner. Halktan ben diyim patavatsız siz deyin her şeye rağmen gerçekleri söylemekten çekinmeyen bir vatandaş herkesin aslında bildiği fakat nedense bir türlü söylemeye cesaret edemediği o sözü söyler: “kıral cıbıldak!” Ve bunu duyan halk da kralın o haline gülmeye başlarlar. Hikaye de burada biter.

İlkokul ünite dergilerindeki klişe bir başlıkla devam etmek istiyorum müsadenizle: Okuduğumuzu anlayalım.

“Kral çıplak” diye haykırmak bir kırılma noktasıdır. Korkan halkın kendine gelmesi demektir. O yüzden krallar, “Kral Çıplak” diyenleri sevmezler, denmemesi için de ellerinden geleni yaparlar. Çünkü onlar için esas olan halkın kendisinin yanlışlarını görmezden gelmeleridir.

“Kral çıplak” diyebilenler cesurdurlar, kıymetlerinin bilinmesi ve sahip çıkılması gerekir. Zira hikayede kral kendisine duymak istediklerini söyleyen terziyi değil de, doğrucu davut bu vatandaşı bulundursaydı halkının önünde küçük düşmezdi.

Gelelim hikayenin aslında baş kahramanı olan terziye. Terzi gibi adamlar her daim prim yapmışlardır, kariyer basamaklarını hızla çıkarlar. Kumaş olmadan elbise diker, en iyi elbisiyeyi yaptıklarını iddia ederler. Sonuç ise hüsran olur. Tabi bunun farkına iş işten geçtikten sonra varılır.

Sonuç olarak; dostunuz dalkavuğunuz değil, eleştireninizdir. Dostunuz duymak istediğinizi söyleyen değil, yanlışlarınızdan ders alasınız diye hatalarınızı söyleyendir.