01 Kasım 2017 – 2019

Geçenlerde ODATV internet sayfasında bir yazı okudum. Adı yanlış hatırlamıyorsam “Türkiye’yi İşgal Projesinde 2019 Kritik Tarih” diye. Yazıda ABD’nin 2002 yılında yaptığı bir askeri tatbikata Türkiye hariç bütün NATO ülkelerini davet ettiği, burada mizansen olarak müdahale edilen ülkenin Türkiye olduğu, ARINÇ’a suikast iddiasıyla girilen Kozmik Oda’dan savaş ve işgal halinde direnişin nasıl ve kimler tarafından örgütleneceğine ilişkin bilgilerin şimdilerde FETÖ’cü ilan edilen hakim ve savcılarca nasıl sızdırıldığı, otoriterleştiği gerekçesiyle ülkemize ABD veya NATO tarafından müdahale edilebileceği gibi ilginç bilgi ve iddialar yer alıyordu. Tabi okuduğum sırada bunların büyük oranda paranayo olduğunu düşünnmüştüm.

Şimdi durduk yere bu yazı neden aklıma geldi izah edeyim. TV’lerde vs. pek halkla paylaşılmadı ama, ABD Başganı TRUMP’a yakın isimlerden biri, Mısır’da yayımlanan bir gazeteye vermiş olduğu röportajda, “Erdoğan Türkiye’si İran’dan daha büyük tehdit” şeklinde bir ifadede bulunmuş. E ABD’den tarafından otoriterleşmekle itham edilmek işgale hukuki ve sişyasi zemin hazırlama amacı güden bildik bir ABD stratejisi değil mi? Türkiye ile müttefik olduğu halde, Irak’ta PKK ve varyasyonlarıyla birlikte hareket eden ve onlar için “Bizim kara gücümüzdür” diyebilen ABD’nin bir sonraki hedefi olmadığımızı kim söyleyebilir? Hele de ZARRAB soruşturmasıyla alevlenen ve eski de olsa bir Türk Bakan hakında yakalama kararı verilmesi ve devlet bankasıyla ABD ambargosunun delindiği gibi iddialar ortadayken…

ABD’nin Arap Baharı adı verilen sözde demokratikleşme hareketlerinden beri kullandığı yeni bir yöntem var. Siyasal İslamı adı verilen Laikliki ile arası pek de iyi olmayan oluşumları başa getirip, sonra da laik kesme yardım amaçlı müdahalede bulunma. Bunu Mısır’da gördük evet. Siyasal İslam ABD kontrolünde başa geldi, sonrasında ise yine ABD tarafından temizlendi. (Bu paragrafı niye yazdım bilmiyorum ama konumuzla alakasız olsa da dursun burda.)

Ha doğrudan işgal olur mu diye sorarsanız, düşük ihtimal olarak görmekteyim. Ama Suriye’ye dünyanın dört bir yanından cihatçılar getirilmeden bir kaç ay önce de Suriyelilerin olası bir ABD işgali iddiasına bir taraflarıyla güldükleri ortada, bilemiyorum. Doğrudan bir müdahale olmasa da, önceleri ekonomi temelli ufak tefek oyunlar, sonrasında ise ambargoya varan ciddi ekonomik yaptırımlarla karşılaşabilmemiz daha olası görünüyor bence. Umarım hiç biri olmaz tabi.

Şimdi gelelim bu korkunç ihtimallere karşı çözüm önerilerine. Misal Ulusalcılar, “Biz de Erdoğan ve AKP karşıtıyız ama iş ülke meselesi ise birlik ve beraberlik içinde olmalıyız” diyorlar. Ben bunu biraz şeye benzetiyorum; evde her gün kocasından dayak yiyip, dışarda “kocamdır isterse döver isterse sever” diyen kadınlara. Yani koca vurmayı keseceği yerde kadın mağduriyetinin üzerine bir de alttan alıyor. Bir çözüm müdür derseniz, ülkenin tamamını uçuruma götürme ihtiamli de olsa bir çözümdür evet. Peki başka çözüm var mı?

Çözüm vardı evet. 16 Nisan referandumundan önce, otoriterleşen bir ülkenin, nedense Ortadoğuya demokrasi götürmekte sınır tanımayan ABD’ye hedef olarak gözükebileceğini sadece ben defalarca yazdım ve söyledim. Ama dinlendik mi, tabi ki hayır.

Bir çözüm daha var. O da iktidarın değişmesi… Onun da mühürsüz oyların açık yasa hükmüne rağmen geçerli sayıldığı bir referandumdan sonra gerçekleşebileceğini sanmıyorum açıkçası. Yerine gelecek iktidar ABD’nin altına yatacaktır anlamında demiyorum bunu, yanlış anlaşılmasın. Yeni gelen iktidarın Zarrab soruşturması, devlet bankası üzerinden ambargonun delindiği iddiası, MİT tırları ile ortaya çıktığı kabul edilen ve ileride önümüze bahane olarak konulabilecek bir müdahaleden ayrı yeni ve temiz bir sayfayla başlayabileceği, şimdilerde aramızın kötü olduğu komşu ülkelerle ilişkilerimizde yeni bir sayfa açılabileceği gibi naif duygularla bunu söylüyorum. Hakkımızda hayırlısı…